1980 yapımı Cinnet – The Shining'in efsane yönetmeni stanley kubrick'in kitabına sadık kalmadığını gören yazar Stephen King birinci filmin devamı neteliğinden yeni film Doktor Uyku ile yakından ilgilenmiş. ama keşke bu kadar yakından ilgilenmeseymiş. zira ilk filmin efsane olmasınıon arkasındaki asıl neden stanley kubrick'in kıtaba birebire sadık kalmaması yer alıyor.

(0) (0)
Sabit Efendi 26.11.2019 11:54

yani sağlam korku ya da gerilim filmi izlemek neredeyse hayal olmaya başladı. özellikle doğaüstü güçler ile korkutmaya çalışan 80'li ve 90'lı yılların korku film türünün yeniden pırtlamaya başlaması hiç içaçıcı değil.

(0) (0)
benteksizhepiniz 26.11.2019 11:57

filmloverss.com'dan Mehmet Emir Eren konu ile ilgili olarak şöyle muazzam bir analiz yapmış. okumanızı öneririm:

Hakkında binlerce analiz, araştırma, video tezin yazıldığı, belgesellere konu olan, geçmişten bugüne yapılan “En İyi Korku Filmi” listelerinde hep üst sıralarda çıkan, birçok önemli sinemacının favori filmi olarak inanılmaz bir dokunulmazlık elde etmiş 1980 yapımı Cinnet – The Shining gibi bir filmin devamını çekmeye teşebbüs etmek bile şüphesiz ki çok iddialı bir girişim. Bunun Mike Flanagan gibi, Netflix serisi Haunting of The Hill House’la rüştünü ispatlamış bir yönetmen için bile büyük bir yük olduğunu kabul etmeli. Lakin bundan daha da stresli ve baş edilmesi güç bir durumdan bahsedeceğiz Doktor Uyku – Doctor Sleep özelinde. O da bütün bu Cinnet efsanesi içinde, romanın yazarı Stephen King’in dindirilemeyen, iyileşmeyen “gücenmişlik” duygusu.

Hatırlamak gerekirse Kubrick’in Cinnet’inde, filmin adeta romanı yuttuğu ve yeniden ürettiği bir durum hasıldır. Yönetmenin, Stephen King’in kaliteli korku romanını dönüştürdüğü “şey”, sinemayı edebiyata üstün kıldığı bir vaka olarak kayda geçmiştir. Bu da King’in filmden hiçbir zaman memnun olmamasına, yazarla Kubrick’in arasının açılmasına sebep olmuştur. Doktor Uyku’ysa bu kavganın King’in zihninde hala sürdüğünün bir kanıtı gibi. İşin ilginç tarafıysa, 20 yıl önce ölmüş olan Kubrick’in bir kez daha bu kavganın kazananı olması. Çünkü Doktor Uyku, yazdığı romandan yola çıkılarak çekilen filmin muazzamlığını kaldıramayan bir yazarın, aşık olduğu fikrinde ettiği ısrardan ve “ben haklıydım” deme çabasından ibaret. Haunting of The Hill House gibi bir şahaneliğin yaratıcısı Mike Flanagan’sa bu kavganın ağırlığını kaldıramayacak kadar toy kalıyor Doktor Uyku’nun hemen her anında ve film bir yönetmenden yoksunmuş gibi başlayıp, bitiyor.

Konuyu biraz daha açmak gerekirse; Stanley Kubrick’in bir film çekmeye karar verirken ne kadar ince eleyip sık dokuduğuna dair efsaneleri hepimiz duymuşuzdur. Bazen yıllarca üzerinde çalışıp sinemaya uyarlamaktan vazgeçtiği romanlar, Napolyon gibi, üzerinde uzun süre çalışıp, gerekli şartların oluşmadığına inandığı için hayatı boyunca bitiremediği projeler malum… Cinnet -The Shining’le ilgili verdiği bir röportajın ham ses kaydındaysa Kubrick, tam da film yapmak için yine materyal arayışı içinde olduğu bir dönemde Stephen King’in romanının kendisine ulaştığını ve kitabı okuduktan sonra bir janr filmi yapmak için hiç tereddüt etmeden kolları sıvadığını anlatır. Türün onu bu denli cezbetmesi, başka projelere dair tereddütlerini bu filmde hissetmemesi, zihninde uzun süredir kendi deyimiyle “hayaletlere” dair bir film yapma fikrinin olduğunu hissettirir. Bu şekilde ifade etmese de, kitabın filmini çekmeye dair güçlü bir hissin onu mıknatıs gibi kendisine çekmesine sebep olan şeylerden birisi, o güne dek izlediği korku-gerilim türündeki filmlere dair duyduğu bazı rahatsızlıkları yapacağı bir filmle dile getirmektir muhtemelen. Türü kendi laboratuvarında gözlem altına yatırıp en ufak hücresine dek incelemek ve onu yeniden tanımlamak için bu proje müthiş bir fırsattır. Aylarca süren, hemen her filminde yaşadığı (ve ekibindeki herkese yaşattığı) meşâkkatli sürecin ardından tamamlayabildiği Cinnet, korku-gerilim türünün bugün bile aşılması güç, zamanla klasiğe dönüşen örneklerinden biri olarak selamlanır en nihayetinde.

Doktor Uyku: King’in Kubrick’le Hesaplaşması

Kubrick’in Cinnet’in yaratım sürecinde verdiği en önemli kararlardan biri, romana harfi harfine sadık bir uyarlama (asla) yapmamaktır. Çünkü ona göre bir roman birebir uyarlanacaksa, rafta durması daha iyidir. Romanın özündeki unsurları ve hikâyenin çatısını kullanacak ancak filmin geri kalanını, türe dair yürüttüğü laboratuvar çalışmasının sonuçları oluşturacaktır. Bu durum da bizi, yazının başında bahsettiğim King-Kubrick çatışmasına götürür ki, burada Kubrick’in neden böyle bir tercihte bulunduğuna dair bir açıklama yapmak, Doktor Uyku’yla ilgili sorunları anlamamızda daha da faydalı olacak. Kubrick’in verdiği en temel kararlardan biri, filmde cereyan eden korkunç olaylara dair ciddi bir “müphemlik” hissi yaratmak olur. Olup bitenin karakterlerin zihninin içinde geçenlerden ibaret olabileceğine, hatta bütün bunların Overlook Oteli’nin bize yaşattığı saykodelik bir kabus olabileceğine dair kapıyı hep açık tutar yönetmen film boyunca. King’se hikâyesinde olup bitenlerin doğaüstü güçlerin işi olduğuna iknadır, romanı böyle bir temele inşa etmiştir.

Doktor Uyku, Cinnet’ten bağımsız düşünülemeyecek bir film olarak orijinal filmle ortak anlara, sahnelere sahip bir tonla açılıyor, ama King’in dünyasına daha yakın duran bir film olarak dikkat çekiyor. Çünkü Doktor Uyku, orijinal filmde meşum Overlook Oteli’nin delirttiği babasının mezaliminden kurtulan Danny Torrance’ın hikâyesini anlatacakmış gibi başlasa da, onun çocukluk anılarından, alkol probleminden başka karaktere dair dişe dokunur bir şey söylemeden ilerliyor ve bambaşka bir hikâyeye yelken açmak suretiyle doğaüstü, psişik yetenekleri olan bir kültün üyeleriyle tanıştırıyor bizleri. Rosie adlı bir kadının başını çektiği bu grup, psişik güçlere sahip başka insanları bulup ya saflarına katıyor ya da onları öldürüp, yetenekleriyle besleniyor. Bu durumda film daha en baştan, doğaüstünün varlığını ve karakterler üzerindeki etkisini kabul etmiş sayılıyor. Peki Kubrick’in kurduğu derinlikli ve tüyler ürperticiliğini müphemliğine borçlu yapıyı altüst eden bu fikir kimin fikriyle örtüşüyor dersiniz? Tabii ki King’in. Şu hâliyle Doktor Uyku için (zaten kendi vasat romanından uyarlanıyor olmasının da etkisiyle) King’in ele geçirdiği bir film diyebiliriz pekala.

Film bir yandan Jack Nicholson, Shelley Duvall ve ilk filmin çocuk aktörü Danny Lloyd’un yerlerini alan yeni oyuncularla Cinnet’in bazı sahnelerini yeniden canlandırırken, filmin geçtiği periyoda bazı yeni sahneler de ekliyor. Bu sahneler, Cinnet’in ne kadar iyi ve yinelenemez bir film olduğu gerçeğini yüzünüze vurmaktan başka bir işe yaramadığı gibi ne yazık ki izleyiciyi filme daha da yabancılaştırıyor. Bir yandansa bu sahneler, adeta orijinal filme dair imajları silip yerine Doktor Uyku’da izlediklerimizi koymaya çalışıyor ki bu hepten beyhude bir çabaya dönüşüyor. Doktor Uyku bir yerden sonra, Danny’nin iletişim hâlinde olduğu psişik başka bir kız çocuğuyla, Rosie adlı, söz konusu kötücül kültün liderinin kapışmasına evriliyor. Burada onlara ev sahipliği yapan yerin Overlook Oteli olması da, Danny’nin böyle bir hikâyenin içinde kendisini bulması da müthiş bir zorlama hissi veriyor.

Doktor Uyku, Cinnet’in alameti farikalarına sırtını çevirip, yeni bir dünya inşa etmeye çalıştıkça çuvallayan, ne zaman Cinnet’in dünyasına, yani Danny’e ve onun kabuslarına odaklansa biraz olsun ilginizi ayağa kaldıran bir film. Bilhassa günümüzde Danny’nin Overlook Oteli’ne yeniden gittiği ve otelle adeta hesaplaştığı bölümlerde filmin ferahladığını, üzerine bindirilmiş zorlama hikayelerden arındığını, bu vesileyle seyir zevkinin de arttığını görüyorsunuz. Dört başı mamur bir karakter filmine evrilebilecekken ya da tıpkı Haunting of The Hill House’da olduğu gibi, Danny’e, annesi ve babasıyla, geçmişte olanlarla hesaplaşabildiği bir alan açıp, korku öğelerini bu hesaplaşmaya giden bir yol olarak kullanabilecekken Doktor Uyku gördüğümüzün ötesinde hiçbir mana ifade etmeyen sözde korkutucu imajlara sırtını yaslayan bir hayal kırıklığına dönüşüyor ne yazık ki. Filmin mevcut haline dair en önemli sorunun King’in orijinal filme dair yıllardır dinmeyen berbat öfkesi olduğunu görmekse zor değil.

(0) (0)
DRQ 26.11.2019 11:58

ilk fil kesinlikle çok çok daha iyi. üstelik çekim tekniklerinin oldukça yetersiz olduğu 80lerde çekilmiş olmasına rağmen. işte bazen sadece teknik gelişme yeterli olmuyor. sanatta ve edebiyatta ruh çok önemli.

(0) (0)
yiring 26.11.2019 12:11

Rumuz:
veya
Üyeliğin ile yazmak için giriş yap veya kayıt ol