Lipton'un çiftçilere teşekkür ettiği reklam filmi: Bardaklar hep dolsun

 Medina Turgul DDB imzasıyla yayına giren reklam filminde Lipton'un pandemi sürecinde neler yaptığını çay üreticisini nasıl desteklediğini ve sağlık koşullarının daha iyi olması için yapılanlar anlatılıp bardaklar hep dolsun diye" canla başla mücadele veren çiftçiye teşekkür ediliyor.

eee eve kapandağımız birkaç ay süresinde Gece Gündüz çay içtiğimiz de düşünülürse gerçekten neredeyse market stoklarını eritecektik allahtan üretici önlemini alıp çalılmasına devam etmiş yoksa bir çay krizi bile yaşayabilirm mişiz :)

(0) (0)
gurcox 13.07.2020 09:48

Selçuk Yöntem'in başına dert olan Bambi Cafe'nin tost reklamı

Dizi film oyuncusu Selçuk Yöntem’in, tost yerken çekilen bir fotoğrafının Bambi Cafe tarafından izinsiz kullanılması nedeni ile 6 yıl önce açtığı dava başına dert olmuş resmen.

Yargılama sonrası mahkeme, vekâlet ücretinin bir kısmını Yöntem’in ödemesine karar vermiş. Bu karar sonra, kafenin sahibi Yöntem hakkında 18.400 liralık iki ayrı icra takibi başlatmış.

Selçuk Yöntem, Bambi Cafe’de tost yediği esnada çekilen bir fotoğrafının, büfenin mönüsünde kullanıldığını fark etmiş. Yöntem, kafenin sahibi Fatih Güner hakkında 300 bin TL maddi, 100 bin TL manevi tazminat talebi ile dava açmış. Davaya bakan İstanbul 2. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi ilk olarak, Güner’in, Yöntem’e 234 bin TL maddi, 50 bin TL manevi tazminat ödemesine karar vermiş. Bu karara Güner’in avukatı itiraz etmiş. İtirazı değerlendiren Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, maddi tazminat kararının yüksek olduğunu, indirime gidilmesini istemiş.

Yargıtay’ın bozma kararı sonrası mahkeme bu kez, maddi tazminatı 100 bin TL’ye indirdi. Manevi tazminat için belirlenen 50 bin TL’de ise değişiklik olmamış.

Mahkeme, Yöntem’in, talep ettiği maddi tazminat tutarının ret ettiği kısmına ilişkin 17.458 TL’lik vekâlet ücretini kafenin sahibi Fatih Güner’e ödemesine karar vermiş. Bu karar sonrası, Güner’in avukatı Yöntem hakkında biri 17.458 TL diğeri, 930 TL olmak üzere iki ayrı icra takibi başlatmış. İcra takiplerinin, geçen salı günü başlatıldığı öğrenilmiş.

Öte yandan, Yöntem de kazandığı 50 bin liralık manevi 100 bin liralık maddi tazminat kararını, yasal faizi ile birlikte icraya koymuş. Güner’in avukatının takibe itirazı sonrası son kararı icra hukuk mahkemesi verecekmiş.

(0) (0)
Intruder83 11.07.2020 12:23

İçinden Ayasofya geçen filmler

İçinden Ayasofya geçen filmleri taradığımda bu başlıkta müstakil araştırmaların olmadığını evvela içinden İstanbul geçen araştırmalara ve tasniflere bakmam gerektiğini esefle öğrenmiş oldum. Yaptığım araştırmanın ikinci adımında ise hem Türk sinemasının 1950’ye kadar ki ilk döneminde hem  Yeşilçam Sineması olarak bildiğimiz döneminde hem de ondan sonraki Yeni Türk Sineması diyebileceğimiz döneminde mekan olarak Ayasofya’yı ele alan çok az sayıda film olduğunu yazıda belirteceğim yirmi beş kadar film içerisinde çoğunluğunu yabancı sinema filmlerinin oluşturduğunu yine üzülerek ifade etmeliyim.

Bu filmleri üç başlık altında gruplandırmak mümkün Ayasofya’yı bir cami olarak İslam teolojisi içerisinde ele alan kurgusal ve belgesel filmler, Ayasofya’yı bir kilise olarak Hristiyan teolojisi içerisinde ele alan ve fakat mevcut durumundan dolayı ister istemez bir zamanlar cami ama şimdiyse müze olduğunu kadrajına alan kurgusal ve belgesel filmler, Ayasofya’yı ne cami ne de kilise olarak gören insanlığın ortak mirası bir müze olarak new age, seküler ve gri bir halde tasavvur eden kurgusal ve belgesel filmler. Bu üç ana başlık altında da kafası karışık olan filmleri ayırmak ve başlıklar yapmak mümkün fakat yaptığım araştırma neticesinde tasnif ettiğim yirmi beş filmi genel hatlarıyla bu başlıklar altında incelemek daha doğru olacaktır.

Ayasofya’yı bir cami olarak İslam teolojisi içerisinde ele alan kurgusal ve belgesel filmleri ele aldığımız zaman durumun ne kadar vahim olduğu gözler önüne serilmiş olacaktır. Evvela bu başlık altındaki filmlerin sayısının çok az olduğunu söylemeliyim. Sayısı az olan bu filmlerin ise meseleyi derinlikli bir şekilde ele alma probleminin olduğunu, Ayasofya’nın karikatürize edildiğini, asli manasından uzak yaklaşıldığını, filmin bir kısmında sadece manzara, panorama olarak kaldığını görüyoruz. Ayasofya'da Cuma Namazı - Kara Murat Fatihin Fermanı – Natuk Baytan (1972), Fetih 1453 – Faruk Aksoy (2012) bu başlık altında belirtilebilir. Lakin yerli filmlerin son derece güdük olduğunu söylememiz gerekiyor. Hele ki Dehşet Gecesi – Orhan Aksoy (1989) filminde Ayasofya bir müze olarak tecavüzcünün kurbanını kovalaması ve sonrasında kurbanı tarafından korkuluklardan düşerek öldürülmesi sahnelerine tanık olur. Bu sahneleri izlerken ben hicab ettim. İşte yerli sinemanın hâl-i pür melâli bu durumda. Yine bazı belgesellerin Ayasofya’nın tarihsel süreçte geçirdiği evreleri ele alırken bir dönem İslam teolojisi içerisinde cami olarak kaldığını ve bu dönemde ayakta kalması için gerekli hassasiyetin gösterildiğini anlatması ve kadrajına dahil etmesi onları da zikretmemiz açısından önemlidir. Ayasofya İnsanlığın Kutsal Anıtı – Süha Arın (1991), National Geographic – Antik Mega Yapılar: Ayasofya (2007), Ayasofya’nın Derinliklerinde – Göksel Gülensoy (2009).  Tabi bu belgesel filmler son tahlilde Ayasofya’yı ne cami ne de kilise olarak gören insanlığın ortak mirası bir müze olarak new age, seküler ve gri bir halde tasavvur eden kurgusal ve belgesel filmler başlığı altında yer alacaktır. Çünkü Ayasofya’nın cami olup olmadığıyla pek de ilgili değildirler. Kör göze parmak sokmamak amacıyla araştırmaları neticesinde edindikleri malumatı mecburen dile getirmekle yetinmişlerdir. Ayasofya’nın şu an müze olması birinci başlıkta daha derinlikli filmlere ne kadar ihtiyaç duyulduğunu ve bu konuda henüz bir adımın da atılmadığını gösteriyor.

Çoğunluğunu Hollywood filmlerinin oluşturduğu zaman zaman Bollywood ya da Almanya ortak yapımlarının olduğu kurgusal, belgesel film ve dizilerinin yer aldığı Ayasofya’yı bir kilise olarak Hristiyan teolojisi içerisinde ele alan ve fakat mevcut durumundan dolayı ister istemez bir zamanlar cami ama şimdiyse müze olduğunu kadrajına alan kurgusal ve belgesel filmler başlığı en dikkat çekici ve spekülasyona en açık başlık.
İran’da 1979 yılında yaşanan bir rehine krizini konu alan, İran’ı ciddi anlamda eleştiren belki de bu sebeple Oscar ödülü alan ve yapımcılığını George Clooney’nin yaptığı Operasyon: Argo – Ben Affleck (2012) filminin yönetmeni ve oyuncusu Ben Affleck, filmdeki birçok sahnenin çekimi için İstanbul’da geçiyor. Tuhaftır ki İran sokaklarına benzettiği Beyoğlu, Fatih ve Eminönü’ndeki tarihi semtler doğal plato olarak kullanılıyor.

Çekimlerde Kapalıçarşı, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii gibi tarihi ve dini mekânları da kullanan Affleck, bazı sahneleri de  Ayasofya’da çekti, buradaki çekimler için hazırlıklara başlayan Affleck ve ekibi, Ayasofya’nın ana kubbesinden sarkan dev avizelerdeki led ampullerin yaydığı beyaz ışığı beğenmedi. Kandilliklerin içinde bulunan beyaz ampullerin hem estetik görünmediğini hem de yaydığı güçlü beyaz ışığın mekânın ruhuyla uyuşmadığını belirten Affleck ve ekibi, müze yönetimine avizelerdeki ampulleri değiştirme talebinde bulundu. Konuyu değerlendiren müze yönetimi, ampullerin değiştirilmesine izin verdi.

Yine bir başka Hollywood filmi İnferno - Cehennem – Ron Howard (2016).  Serüven yönetmen Göksel Gülensoy Ayasofya’nın altında yatan gizemi keşfetmesiyle başlar. Yeraltında bulunan, çok sonraları sular altında kalan tünellerin belgeselini çekmeye koyulur. ‘Ayasofya’nın Derinlikleri’ adlı belgesel çeker ve Ayasofya’nın derinliklerindeki gizem çekilen belgeselin ardından bu kez de Dan Brown’un kitabında hayat bulur. Sonrasında bu kitaptan uyarlanan bir filme dönüşür bu serüven. Hem de bir Hollywood filmi olmasına rağmen Amerika'dan iki hafta önce Türkiye'de gösterime giren bir film.

Birçok arkeoloğun da ifadesiyle eski dönemde yapılmış bütün kiliseler, temellerinde Hristiyanlığa ait çok kutsal hazinelerin ve emanetlerin bulunduğu odacıklar üzerine inşaa edilmiştir. Ayasofya yapıldığında Bizans, dünyanın en güçlü imparatorluğuydu ve Hristiyan dünyasının bütün kutsal hazinelerini toplayıp kilisenin altına yerleştirdiğine inanılır.

Hatta o gizemli odaların, Hristiyan dünyasının aradığı Kutsal Kase’nin de Bugün mihrap kısmında yer alan Hz. İsa’nın, annesi Meryem’in kucağında bebek olarak tasvir edildiği mozaiğin tam altında olduğu söylenir.
Bakınız Hollywood filmlerinde bile Hristiyan teolojisi olsa da Ayasofya teolojik olarak daha önemli bir yer kaplıyor.

Hem basılı hem de dijital olarak yaptığım araştırmada bazen mizansen olarak bazen de filmin içerisine kendisine orta derecede önemli bir karakter kadar yer bulan filmleri tasnif ettim ve yazıya ek olarak sizlere sunuyorum. Ancak bu konunun araştırılmaya ve eli yüzü düzgün bir şekilde kitapçık halinde basılmaya ihtiyacının olduğunu da bir kez daha belirtmeliyim. Umarım evvela en kısa zamanda böyle bir araştırma yapılır ve yayınlanır sonrasında da Ayasofya’nın hak ettiği bir şekilde yer alacağı derinlikli filmler çekilir ve bizler de istifade ederiz.

bu metin #Bülent Özdaman tarafınan kaleme alınmıştır...

(0) (0)
cumhur1946 10.07.2020 17:37

Netflix'in dizi ve filmlerdeki ağır küfürleri biplememesi sorunu

Filmler çok küfürlü biplenebilir. Ailece izlenemiyor.  Para veriyoruz. İnsanların inancına ve milli değerlerine saygılı olunmalı. Bence toplumumuza karşı bilinçli yapılan bir hamle. Tamam filmler kaliteli eyvallah ama kaliteli diye de ahlakı bozmamalı. En yakın zamanda kapatacağım.  Dünyanın en iyi filmi de olsa benim ailemin ahlakından önemli değil. Yöneticileri kınıyorum. İnsanlara saygılı olmalarını bekliyorum.

(0) (0)
GazneliOmer 10.07.2020 11:06

Supradyn'in Gülse Birsel'li pandemi temalı yeni reklam filmi

2019'da başlayan ve pandemiye rağmen bu yıl da devam eden Supradyn Energy Focus ve Gülse Birsel işbirliğinin pandemi temalı yeni bir reklam filmidir.

MullenLowe Istanbul imzalı filmde bir işten diğerine koşuştururken yani aynı anda birden fazla iş yaparken gördüğümüz Gülse Birsel, bu dönemde de tercihinin Supradyn Energy Focus olduğunu söylüyor yersen tabi :)

(0) (0)
hopenex 09.07.2020 16:33

Sözcü, Sabah, Mynet ve Sporx'in bile yaptığı "filmi konusu ne" uyanıklığı

Malum her gün televizyonda farklı kanallarda pek çok film yayınlanıyor ve bazıları da dizilere yakın bir izlenme reytingine ulaşıyor. İşte bunu gören aralarında Sözcü, sabah ve Sporx'in dahi olduğu pek çok sözüm ona haber ve spor sitesi televizyonların Günlük yayın akışlarını kontrol edip o gün televizyonda yer alan filmleri için google'dan tık alabilmek için "filmin konusu ne oyuncu kadrosu" vb. gibi başlıklar açıyorlar.

Ekip kurmuşlar bunlar da 3 kuruşa çalıştırdıkları editörler de Gece Gündüz bu soğana sürülmeyecek konularda üst üste başlık açıp duruyor. tepeye yerleşen de nirvanaya çıkmış gibi böbüirleniyor. Hayır arkadaş yaptığının vatana millete faydası nedir acaba yaptığın iş habercilik mi bence değil bu yüzden hepsine "çöpçüsün sen çöpçü kal" diyor sabırlar diliyorum.

(1) (0)
yoyo1505 09.07.2020 12:00

Hürriyet ve Milliyet gibi büyük sitelerin film izle sonuçlarında çıkma yarışı

Ne zaman internetten film izlemek için bir arama yapsam karşıma içinde hürriyet ve milliyetin de olduğu bir sürü haber sitesinin atmış olduğu başlıklar çıkıyor. (bkz:link) Hadi bunlar yüzsüz ve 3 tık uğruna her taklayı atmaya göze almış arlanmazların yönettiği siteler diyelim pek ya google ona ne demeli neden bunları görmüyor. "haber sitesisin ne işin var film izle" sorgusunda deyip şamarı basmıyor anlamış değilim.

Pek çoğu da çareyi gruba bağlı dizi film sitelerinin içeriklerini kendi adresi altında vermekte bulmuş.

Haberde inandırıcılıkları ve okuyucu kaybı arttıkçı aradaki farkı kapatmak için siteleri yönetenler arka planda (muhtemelen şirket sahiplerinin bilgisi dışında) böyle ali cengiz oyunlarına başvuruyorlar.

Birgün gelecek kurdukları o üfürükten her şeyi sitenin çöp torbasına dolduran seo ekipleri de yaptıkları bu üçkağıtçılık da ellerinde patlayacak.

(0) (0)
eozen81 09.07.2020 11:49

Hazal Kaya’nın oğlu Fikret Ali ve Ezgi Mola

Dizi ve filmlerin ünlü sempatik oyuncusu Ezgi Mola, yakın arkadaşı oyuncu Hazal Kaya’nın oğlu Fikret Ali ile çok sevimli bir poz vermiş. Instagram hesabından da fotoğrafı yayınlayan oyuncuya beğeni ve iltifatlar üst üste gelmiş.

300 bine yakın beğeni alan bu fotoğrafa ünlü isimler de hem emojilerle hem de kısa mesajlarla yorum bıraktı. Hazal Kaya, “Aşk pozu ya” diyerek oğlu ve yakın arkadaşının bu haline kalp bırakmış.

 

(0) (0)
muratordu 09.07.2020 09:14

Kanal D'nin sürekli aynı filmleri vererek izleyiciyi bıktırması

Geceleri aynı filmleri arka arkaya vermeyin. Az önce galip derviş dizisini aynı bölümü verdiniz yeter yani geceleri düzgün filmler verin sinir oluyorum. Şu an saat gece 01.00 ve şu anda Galip derviş var. Bir de Poyraz karayel filmini bir veriyor bir vermiyorsunuz. Lütfen düzeltin gece güzel diziler ya da güzel sinema filmi verin bizde izleyelim.

(0) (0)
MrChucky 08.07.2020 15:07

Kanal D'nin Fox'taki Bay Yanlış dizisini yayından kaldırma çabası

Kanal D'nin kendi kanalında yayınlamak için anlaşıp son anda Fox'a kaptırdığı Bay Yanlış dizisi için vazgeçmediği çabadır. 

Başrollerini Can Yaman ile Özge Gürel’in paylaştığı dizinin yapım şirketi Gold Film, Kanal D ile anlaşmak üzereyken son anda direksiyonu Fox TV'ye kırınca Kanal D de mağduriyet yaşadıklarını belirtip mahkemeye başvuruyor ikinci kez. Ve dizinin yayından kaldırılmasını talep ediyor.

Dizinin yapımcısı Faruk Turgut ise “Birileri işi gücü bırakmış, yayın durdurma kararı almak için uğraşıyorlar. 2'de olmadı bir de 17'de şanslarını denemek istemişler. Bu sefer de olmadı. Benim bildiğim kanunlar her mahkemede aynıdır. Yine de siz bilirsiniz. Denemeye devam” diye konuşmuş.

Dizi başlamış gidiyor, yayından kaldırılmasını istemek onlarca kişiyi mağdur etmeyecek mi?

(0) (0)
noi 08.07.2020 13:17

TRT1, Barbaros dizisi için Engin Altan Düzyatan'ı düşünüyor iddiası

Kişmileri Türk oyuncuları kıyasıya eleştirse de aralarında yaptığı işin hakkını verenler de yok değil. Bunlardan biri de Engin Altan Düzyatan bence. TRT'de canlandırdığı Ertuğrul Gazi karakteriyle çok sevilmiş olacak ki TRT'nin yeni tarih dizisi Barbaros için yine onun ismi ön plana çıkıyor.

ES Film’in hazırlıklarını yaptığı Barbaros dizisi için akıllardaki ismin Engin Altan Düzyatan olduğu sosyal medyaya yansıdı.

Çağatay Ulusoy’un projeden ayrılmasından sonra dikkatler kimlerin yapıma dahil olacağına çevrildi. Büyük bütçeli dizi, TRT1 tarafından çok önemseniyor.

TRT1 yöneticilerinin de Engin Altan Düzyatan’ı ekranda yeniden görmeyi çok istediği şeklinde sosyal medyaya çeşitli iddialar düştü.

Bakalım ünlü oyuncu yeni sezonda Barbaros dizisinde mi rol alacak? Bekleyip göreceğiz, gelişmeleri de sitemizden aktarmayı sürdüreceğiz.

(0) (0)
etem0651 08.07.2020 11:55

Sinema sanatçısı Jale Aylanç'ın vefat etmesi

1988 yapımı Düttürü Dünya filminde Kemal Sunal'ın eşini canlandıran, yakın dönemde Suskunlar, Yeşil Deniz, Dengi Dengine gibi dizilerin yanı sıra İlk Öpücük ve Unutursam Fısılda gibi önemli filmlerde de rol alan oyuncu Jale Aylanç'ın 72 yaşında hayata veda etmesidir.

23 Mart 1948’de İstanbul’da doğdu. Sanat hayatına, 1964 yılında Halkevlerinde tiyatro ile başladı. Ertesi yıl Orhan Elçin Tiyatrosu’nda sahneye çıkmaya devam etti. Daha sonra Ankara Birlik Tiyatrosu Sahnesi’nde görev yaptı. Ankara Sanat Tiyatrosu’na geçmesinin ardından, bu kuruluşta 20 yıldan fazla süreyle birçok oyunda rol aldı.

Tiyatroyla birlikte seslendirme çalışmalarına da başlayan sanatçı, TRT’nin ilk dublaj ustalarından birisiydi. Mekanı cennet olsun.

(0) (0)
aslancan32 07.07.2020 17:13

BluTV'nin ilk özel filmi: İnsanlar İkiye Ayrılır

BluTV'de yayınlanan '7YÜZ' dizisinin yeni hikâyesi olarak projelendirilen 'İnsanlar İkiye Ayrılır' isimli filmdir. Burcu Biricik, Pınar Deniz ve Aras Aydın'ın başrollerini paylaştığı filmin çekimleri tamamlanmış.

Projenin tasarımcı, yönetmen ve senarist koltuğunda Tunç Şahin oturuyor. Başroldekilere Başak Daşman, Erdem Akakçe, Nezaket Erden, Gökay Müftüoğlu ve Sabahattin Yakut gibi oyuncular eşlik ediyor.

Filmde; bankaların çeşitli sebeplerden peşine düşemedikleri borçları satın alıp, her ne pahasına olursa olsun tahsil etmeyi kendine misyon edinmiş bir şirkette çalışan 'Duygu' ve 'Bahadır'ın yollarının 'Ceren' ile kesişmesiyle değişen hikâyeleri anlatılıyor. Sert bir sistem eleştirisi var filmde. Kış aylarında izleyicilerle buluşacakmış.

(0) (0)
pincher 07.07.2020 16:27

Jennifer Lopez'in uyuşturucu baronunu canlandıracağı filmde yönetmen olması

Dünyanın en meşhur şarkıcılarından olup sinema dünyasına da adım atan Jennifer Lopez'in hayranlarını şaşırtacağı yeni projesidir. JLo, bu kez Kolombiyalı ünlü uyuşturucu baronu Griselda Blanco’yu canlandıracakmış. 

The Godmother isimli bu filmde başrol oynayacak. Fakat işin garip tarafı, yönetmen koltuğunda da oturacağı söyleniyor. Yönetmenlik bu kadar kolay mı gerçekten? İşi başkaları yapacak ama klakette kendisinin adı yazacak.

(0) (0)
papahet 07.07.2020 13:47

Çekimleri sırasında Cüneyt Arkın'ın ölümden döndüğü film

Yeşilçam'ın usta oyuncusu Cüneyt Arkın'ın ilk kez açıkladığı ayrıntıdır. 1977 yapımı ‘Adalet' filminin çekimlerinde ölümden döndüğünü şöyle anlatmış:

"Sanırım Adalet filmi çekimiydi. Balkonda çekmemiz gereken tehlikeli bir sahne var. Balkonun duvarına çıktım, sahne başladı. Bir anda ayağım kayıp aşağı düşerken korkuluklara tutunduğum an böyle yansımış kameraya.”

 

(0) (0)
bashQan 06.07.2020 16:19

Hababam Sınıfı'na karşı yarışan kız lisesi öğrencilerinin son hali

Keskin zekaları sayesinde tüm öğretmenlerini avuçlarında oynatıp okul düzeni ve eğitim sistemini alaşağı eden, birbirinden renkli karakterdeki öğrencileriyle sinemamızın en yaramaz sınıfı olan Hababam Sınıfı'na karşı yarışan kız lisesi ekibinin yıllar sonraki halleridir. Instagram'da Doğan Güneş'in yönettiği mekaniyesilcam hesabı, 3 öğrencinin fotoğrafını şu sözlerle paylaşılmış:

"Binnaz Hanım, Ayşe Hanım ve Vesile Hanım... Onlar hakkıyla yarıştılar ama bizimkilere karşı koyamayıp kaybettiler yarışmayı. Kaybetmesine kaybettiler ama gönüllerimizin de şampiyonu oldular. Bunca geçen yıldan sonra kendilerini görmek çok güzel bir duygu..."

Özellikle filmde yarışmanın kuralları için "Biliyoruz efeem" repliğini kullanan ortadaki hanımefendi gençliğine hâlâ çok benziyor 😄

(0) (0)
marki 06.07.2020 15:40

Sinema tarihinin en büyük bestecisi Ennio Morricone'nin vefat etmesi

Yaşarken 'ölümsüz' olarak anılan sinema dünyasının en büyük bestecilerinden Ennio Morricone'nin hayata gözlerini yummasıdır. 6 yaşında beste yapmaya başlayan Morricone; "İyi, Kötü, Çirkin", "Bir Avuç Dolar" gibi spagetti Western'lerin yanı sıra  Nuovo Cinema Paradiso, Dokunulmazlar, The Mission, Bir Zamanlar Amerika'da gibi efsane filmlerin de müziğini yapmıştı.

Biri 2007'de Yaşam Boyu Onur Ödülü, diğeri 2016'da Quentin Tarantino'nun The Hateful Eight filmi için yaptığı müzikle olmak üzere 2 Oscar sahibiydi. 

Ama ne olursa olsun onu hep The Good the Bad and the Ugly filmiyle hatırlayacağız.

(0) (0)
orochi18 06.07.2020 14:21

Masalsı bir Anadolu hikayesi filmi olarak: Kız Kardeşler

Zaman zaman kızanlar ve bohem bulanlar oluyor ama peşinen söylemeliyim ki ne yerli dizilere ne de yerli filmlere tahamülüm yok. Aynı işler aynı mevzular kötü görüntü Falan Filan sarmıyor saramıyor izleyemiyorum. Ama 5-10 yılda bir de olsa dahi ilk dakikasında beni içine çeken ve sarıp sarmalayan ekrana kilitleyen işlere de denk gelmiyor değilim.

İşte bu başlıkta sizinle paylaşmak istediği Kız Kardeşler filmi de böyle bir film. İnanılmal tam bir masal resmen annemizin nenemizin kucağına ya da dizine uzanıp her akşam tekrar tekrar ileyebileceğimiz ve hayata ilikin önermeler çıkarabileceğimiz bir iş.

Görüntüler muazzam, oyunculuklar harika, hikaye tam kalbe dokunuz türden. Fragmanını aşağıya ekliyorum.

filmloverss'dan Sinama Yazarı Aslı Ildır'ın filmle ilgili daha kapsamlı analizi de şöyle:

Uzun, engebeli, dolambaçlı bir yolla açılıyor Kız Kardeşler. Taşlarla dolu arazinin kadrajı kapladığı açılış sahnesi boyunca bir süre insan yüzü görmüyoruz, sadece bir araba sesi var arka planda. Kiarostami’nin bitmek bilmeyen yollarını andırıyor ilk Bakışta bu yol, biraz daha uzun baksak dalıp gidecekmişiz gibi. Ama çok geçmeden arka koltukta oturan küçük Havva’yı görüyoruz, besleme olarak gönderildiği evden köyüne geri dönüyor. Bu engebeli yolla birkaç kez daha karşılaşıyoruz film boyunca. Alper, bize bu yolculuk sahnelerinde arabayı, şoförü ve yolcuyu değil, yolun kendisini göstermekte ısrar ediyor. Çünkü Kız Kardeşler tam da bu eve geri dönüş hâlinin, taşlarla, engellerle dolu o “ara yolun” hikâyesi. Arka koltukta oturan yolcu değişiyor, ama yol değişmiyor. “Dışarıyla içeriyi”, “orayla burayı” ve “uzakla yakını” birleştiren bu yolun iki ucunun da nereye vardığı belli. Hiçbirinin ismi yok ama biliyoruz ki biri köye, diğeri kasabaya ulaşıyor. Diğer deyişle biri merkeze, öbürü taşraya. Ancak Kiarostami’deki gibi yolun kendisine dair şiirsel bir güzelleme değil Kız Kardeşler; daha çok yolun, mesafenin ve arada olma hâlinin yolcunun zihninde uyandırdıklarıyla ilgileniyor. “Orada, bir köy var uzakta…” diye açılan ve bize “üç nankör kız kardeşin” masalını anlatan Alper, her seferinde bizi tam “dalıp gidecekken” uyandırıyor ve arkadaki yolcuyu hatırlatıyor. Yönetmenin kendi deyişiyle “sınıf eşitsizliklerinin insan ruhunda bıraktığı izleri” en çıplak hâliyle anlatan bu “besleme hikâyesi”, gerçeğin ağırlığıyla masalın özgürleştirici yanını bir araya getiriyor. Böylece masalların ve kıssadan hisselerin geleneksel mekanlarından olan taşra, sinemamızın uzun süredir takılıp kaldığı hâliyle bir tür siyasi kimlik ve varoluş krizi metaforu olmaktan bir an için çıkıyor, daha zamansız ve dolaysız bir yaşam alanına dönüşüyor.

Lafı Dolandıran Masallar
Alper, farklı nedenlerle besleme olarak çalıştıkları evlerden geri gönderilmiş üç kız kardeşin; Reyhan, Nurhan ve Havva’nın hikâyesini mizahı ve trajediyi iç içe geçirerek anlatıyor. Annelerini küçük yaşta kaybetmiş ve “aklı bir karış havada” babalarıyla kalmış bu üç kız kardeşin en büyük hayali tekrar şehre dönebilmek. Bu hayal öyle sık dile geliyor ki film boyunca; genelde taşraya geri dönen “entelektüel figür” üzerinden izlediğimiz, ülkenin ve insanlığın “arada kalma” hâlini simgeleyen bu çıkış/varış arzusu, metaforik özelliğini yitirmeye başlıyor. Çok gerçek ve dolaysız bir taraf var bu yorulmadan dile getirişte, bu Kadınlar herhangi bir hayat göremedikleri bu köyden dışarı çıkmak istiyorlar, neyse o. Öte yandan bu kafasına koyduğunu yapan, “dili pabuç kadar” üç kız kardeşin tüm “gevezeliğine” rağmen anlatı düzeyinde kendini sakınan bir film Kız Kardeşler. Üç kız kardeşin de şehirde ne yaşadığı ve neden geri döndüğü gibi önemli bilgiler sadece ima ediliyor örneğin. Kız kardeşlerin de, onların hayatını az ötedeki rakı sofrasında “tartışan” erkeklerin de muhabbetlerinde ise kasıtlı bir “laf kalabalığı” var. “Asıl meseleler” ya da hakikat konuşulmuyor da, hep etrafından dolaşılıyor sanki. Tıpkı kardeşlerin babası Şevket’in filmin sonunda “anlatmadığı” hikâye gibi. “Size üç nankör kız kardeşin hikâyesini anlatayım mı?” diye başlayan, verilen cevaba göre tekrar eden (‘Anlat’ demekle olmaz, size üç nankör kız kardeşin hikâyesini anlatayım mı?) bu hikâyenin oyunu, tam da “asıl meseleye” gelememe, lafı döndürüp dolaştırma üzerine kurulu. Hem hikâyedeki, hem de filmin genelindeki bu oyunbaz “etrafından dolaşma” hali; taşraya, ülkeye ya da insana dair mutlak bir hakikatın varlığını reddeden, ama onu arama ve anlatma çabasını “hâlâ” değerli bulan bir sinemanın ürünü.

Ancak bu sinemanın, arayışa/yola/yolculuğa dair bir güzellemenin çok daha ötesinde olduğunu tekrar belirtmek gerekiyor. Film her ne kadar görsel diliyle bize Kiarostami ve Nuri Bilge Ceylan gibi taşranın şiirini arayan sinemacıları hatırlatsa da, bu masalda ayakları fazlaca yere basan bir taraf var. İzlediğimiz Reyhan, Nurhan ve Havva’nın hikâyesi olduğu kadar, arka koltukta oturan diğer tüm yolcuların, yıllar boyunca sınıfsal eşitsizliğin görünmez yüzleri hâline gelmiş beslemelerin de hikâyesi çünkü.  Dönüp dolaşıp aynı hikâyeyi anlatmak ve bu döngüde sıkışıp kalmak sadece yolun kendisine dair varoluşsal bir sorgulama değil; aynı zamanda nesilden nesile aktarılan sınıfsal eşitsizliğin ve travmanın da göstergesi. “Bunun babası da böyleydi” cümlesinin köyün “delisi” ve tüm trajedinin bir nevi “günah keçisi” olan çoban Veysel için zikredilmesi tesadüf değil. Şehirli doktor Necati için sadece entelektüel hayıflanmaların ve vicdani sorgulamaların bir nesnesi olan ve “ezilenler hiyerarşisinin” en altında yer alan Veysel; Necati’nin söylediği gibi “ne olursa olsun bir insan”. İşte tam da dönüp dolaşıp “insanın” (çoğu zaman “insanoğlunun”) krizine geri dönen, bu “hümanist” bakışıyla sınıf ve toplumsal cinsiyet dâhil tüm eşitsizlikleri silikleştiren/ikinci plana atan/araçsallaştıran taşra sinemasına Alper’in cevabı adeta Kız Kardeşler.

Entelektüelin bir tür iç sorgulama veya varoluşsal kriz sonucu genelde kendi isteğiyle “geri döndüğü” taşra yerine, kendi kendini “anlatmaya” çabalayan bir taşra yaratıyor Emin Alper. Görsel olarak masalsı bir atmosfer kuran ve coğrafyayı adeta bir karakter gibi kullanan yönetmenin “masal anlatma”ya dair vurgusu bu yüzden belki de. Halk hikâyelerinin, masalların, kıssadan hisselerin o zamansız hissini ince ince işlenmiş bir sinematografiyle beyazperdeye taşıyan Alper; bir yandan anlatıcı pozisyonunu bu mizansen aracılığıyla korurken,  diğer yandan da Şevket karakteriyle bu anlatıcı figürünü bir nevi alaya alıyor. Şevket, pek alışık olduğumuz türden bir baba değil. Kızlarını besleme olarak şehre göndermesine, şehirden gelen doktora yaptığı yalakalıklara ya da Veysel’i haksız yere aşağılamasına rağmen bu karaktere ısınmamak çok zor. Genelde sürekli şikayet eden “dırdırcı” ve histerik annenin karşısında konumlanan “ketum, duygularını yansıtamayan ve otoriter” baba figürüne bir panzehir gibi adeta. Kızlarıyla sürekli şakalaşan, bir yandan eve dönüp geldiler diye şikayet ederken bir yandan da “ahh anneniz olacaktı da görecekti sizin için yaptıklarımı” diye sitem ederek kendini bol bol öven Şevket’e “iktidarsız” bir baba figürü demek de doğru olmaz. O daha çok kızlarıyla ilişkisini iktidar üzerinden kurmayan/kuramayan ve erkekliğini daha “az erkek” gördüğü damadı Veysel üzerinden kanıtlayan biri. Bunun nedeni elbette kız kardeşlerin babalarının bu anlatıcı pozisyonunu sürekli alaya almaları. Onlara bazen masal anlatmaya, bazen nasihat vermeye çalışan bu “erkek anlatıcının” iktidarını sürekli kesintiye uğratan kız kardeşler; az ötedeki rakı sofrasında hayatları hakkında karar veren adamlara, babaları da dâhil olmak üzere pabuç bırakmamaya kararlı çünkü.

Trajediyi Göstermemek
Taşraya yöneltilen entelektüel bakışı -en azından karakter bazında- bir nevi reddeden ve içeriden bir bakış kurmaya çalışan Alper, yine de taşralı karakterlerinin hikâyesini anlatırken ve onların “acılarına bakarken” temkinli davranıyor. Bu sayede “ezileni” ve merkezin dışına itileni anlatırken düşülen en büyük tuzaklardan birine düşmüyor, karakterlerini masumlaştırmıyor ya da kurbanlaştırmıyor. Arka koltuktaki bir yolcu olarak hikâyeye dâhil olan ve belli ki bir “özne olarak” görülmeyen (çünkü babaları kızlarıyla değil, onları köye getiren Necati Bey’le selamlaşıyor sadece.) kız kardeşlerin aslında hiç de öyle başı öne eğik ve uysal karakterler olmadığını görüyoruz film boyunca. Hiçbiri “besleme” deyince aklımızda canlanan, hafızalarımıza Yeşilçam melodramlarından miras “acıların çocuğuna” benzemiyor. Sınıf ve cinsiyet gibi “insanın ruhunda iz bırakan” yapısal eşitsizliklerin yükünü taşıyan karakterler hiçbir zaman “sevilesi” olmak zorunda değil öte yandan. Bu eşitsizliğe karşı yükseltilen sesin ise Söz konusu karakterin biricik kişiliğiyle hiçbir alakası olmamalı, çünkü zaten eşitlik, hak edilmesi gereken bir mertebe değil. “Dili pabuç kadar” olan bu üç karakterin sürekli didişmesi, Necati Bey’le şehre geri dönmeye “hak kazanmak” için türlü oyunlara başvurmaları, durmaksızın birbirlerine ve babalarına “laf yetiştirmeleri” de bundan. Eve hamile olarak dönen ve bir türlü ne olduğunu açık açık dile getirmeyen Reyhan’dan bariz bir istismar hikâyesi dinlemeyi beklerken, onunsa Nurhan’a yaramaz bir gülümsemeyle cinsellikten aldığı zevki anlatmasında yıkıcı bir taraf var. Kendilerine uygun görülen başı öne eğik, masum kurban imgesine baş kaldıran, “yaramazlık” yapan bu“nankör” kız kardeşler; Alper’in sinemasında, hatta son dönem Türkiye sinemasında uzun süredir özlemini çektiğimiz bir “umuda” da işaret sanki.

Kız kardeşleri trajik karakterler olarak resmetmeyi reddeden Alper, filmin en vurucu anlarından bir tanesinde “başkalarının acılarına bakarken” takındığı bu temkinli tavrı sürdürüyor. Detaya girmeden bahsedersek, filmdeki tüm birikmiş öfkenin açığa çıktığı, hem herkesin sorumlu olduğu, hem de kimsenin suçlu olmadığı trajik bir kaza anında kamerasını başka tarafa çeviriyor. Reyhan’ın yaşadığı tarifi olmayan acı, zamansal olarak kısa, mekânsal olarak ise büyük bir atlamayla veriliyor. Trajedinin yaşandığı esnada olayın geçtiği mekandan çok uzağa gidiyor ve sadece kısa bir çığlık duyuyoruz. Ardından ise olayın saatler sonrasına geçiyoruz. Bu hem çok riskli, hem de çok güçlü bir tercih; ancak sadece o acının “temsil edilemez” oluşuna dair söyledikleriyle bile çok etkili bir sahne bu. Filmi çekerken çocukluğunda sınıfta hep arka sıralarda oturan beslemeleri hatırladığını söyleyen Alper, onların hikâyesini anlatmaya ve aktarmaya çalışırken “o temsil edilemez” deneyime dair temkinli olmaya, mesafesini korumaya dikkat ediyor. Bir yandan baba figürü üzerinden kendi anlatıcı pozisyonuyla dalga geçerken, bir yandan da tasviri mümkün olmayan bu deneyim alanını “göstermemeyi” tercih ederek bir adım geriye çekiliyor.

Bu aniden olup biten trajik olayın üzerinden çok zaman geçiyor, mevsim değişiyor, dönüyor yine hikâye başa. Soruyor Şevket: “Size üç nankör kız kardeşin hikâyesini anlatayım mı?” En sonunda razı geliyor kız kardeşler, anlat diyorlar. Söz oyunu devam ettikçe biz de, Şevket’in “dönüp dolaşıp geri geldiniz” dediği evden yavaşça uzaklaşıyoruz. Hikâyenin sonunda kız kardeşlerin neden köyleri için “burası olmasın yeter” dediğini anlasak da, sanki “dönüp dolaşıp” eve dönmekte iç rahatlatan bir taraf da var hep. “Buradan-uzak”a giderken bir durmak, nefes almak için, hikâye anlatmak, hikâye dinlemek için, belki hazır kimse ortalıkta yokken tepeden aşağı şöyle bir yuvarlanmak için…

(0) (0)
unalicen 06.07.2020 12:56

103 senaristin imzaladığı Ozan Güven bildirisi

Cem Yılmaz'ın romantik komedi filmlerinde arzı endam eden Sözüm ona gecelerin çapkın adamının aslında tam bir maganda ve Kadın düşmanı olduğunu öğrendiğim dayak olayından sonra gelen güzel haberlerden biridir.

Oyuncu Ozan Güven’in Deniz Bulutsuz’a şiddet uygulamasıyla ilgili bildiri yayınlayan 103 senarist, “Bütün yapımcı, kanal, menajer ve ilgili kuruluşları açıklama yapıp tavır almaya davet ediyoruz” demiş.

103 imzalı bildiride şöyle denilmiş:

"Gazete Duvar'da yer alan habere göre, kadınların toplumsal hayatta artan hak ve eşitlik mücadelesine paralel biçimde maalesef kadına yönelik şiddet ve taciz olayları da artmakta. Bizler bundan büyük bir endişe duyuyoruz. Bu konuda üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirmek için SenaristBir çatısı altında bu yıl kurduğumuz ”Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu” ekseninde titizlikle çalışmalar yürütüyoruz.

Sektörümüzden erkeklerin faili oldukları ya da sektörün kadın çalışanlarını hedef alan şiddet, taciz ve istismar olaylarında, kadın beyanı esasına uygun biçimde tavır almayı, meslek etiğinin bir parçası sayıyoruz.

‘DENİZ BULUTSUZ’UN YANINDAYIZ’

Şiddet ve taciz olaylarına maruz kalan kadınlar, toplumsal baskılar nedeniyle çoğu kez susmak zorunda hissediyor. Çünkü en yakınındakilerden başlayarak toplumun bu konuya dair yer yer çok acımasız önyargılarını biliyor. Çok zor aşamalardan geçerek suskunluk çemberini kıran kişiyi duyabiliyoruz ancak. “Kadın beyanı esastır” ilkesi temelde, ses veremeyenin sesi olmayı anlatıyor. Ozan Güven tarafından şiddete uğradığını beyan eden ve darp raporuyla mahkemeye başvuran Deniz Bulutsuz’un koşulsuz biçimde yanındayız.

‘SUÇ ORTAKLIĞINDAN KAÇINMAK BOYNUMUZUN BORCU’

Şiddete taraf olan kişileri ünleri, itibarlarıyla değerlendirmekten, “tanıyoruz, yapmaz” türü suç ortaklığından kaçınmayı boynumuzun borcu biliyoruz. Bir erkeğin kamuoyu ve kültür sanat çevrelerince sevilen biri oluşu kadına şiddet uygulamayacağını asla garanti etmeyeceği gibi ona herhangi bir imtiyaz da sağlayamaz. Kadına şiddetin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Tüm bunlar ışığında, biz aşağıda imzası bulunan senaristler bu ve benzeri tüm olaylarda erkek şiddetinin karşısında tavır alıyoruz. Ozan Güven’in devam eden iş ortaklıklarıyla bağlı olduğu Ay Yapım, cmylmz Fikir Sanat ve Nulook film başta olmak üzere bütün yapımcı, kanal, menajer ve ilgili kuruluşları açıklama yapıp tavır almaya davet ediyoruz. Saygılarımızla."

Senaristlerden Kadına Şiddete Karşı Bildiri: İmza Listesi

Adem Bıyık
Ali Demir
Atilla Ünsal
Aybike Ertürk
Ayşegül Bostancı
Ayşen Günsu Teker
7.Ayşin Akbulut
Barış Erdoğan
Başak Başaran
Berrin Tekdemir
Bilal Babaoğlu
Birol Elginöz
Birol Tezcan
Burak Acar
Burcu Görgün
Burcu Över
Cem Görgeç
Cenk Boğatur
Ceyda Aşar
Coşku Kılıç
Çağdaş Eroğlu
Çağrı Kara
Çetin Taşçı
Damla Güçer Çamtepe
Deniz Dargı
Deniz Gürlek
Deniz Yavaşoğulları
Deniz Yılmaz
Didem Ayberkin
Dilek İyigün
Doğu Yücel
Duygu Ertekin
Elif Benan Tüfekçi
Elif Özsüt
Emine Koçak
Emrah Dönmez
Enver Sülük
Erdal Bektaş
Erdem Açıkgöz
Esma Barış
Eylül İdiman
Ezgi Özcan
Fatoş Ünsal
Feza Doğru
Figen Şakacı
Fulya Emek Tanrıkulu
Funda Alp
Gamze Arslan
Gül Abus Semerci
Gül Gürsoy
Gülbike Sonay Üte
Gülçin İçöz
Gülengül Altıntaş
Hale Çalap
Hatice Meryem
Hazar Kozice
Hilal Çelenk
Hilal Yıldız
Hülya İniş
İbrahim Güler
İlker Barış
İlker Aslan
İnan Güngören
İrfan Saruhan
İsmail Doruk
Melek Seven
Memed Onur Özkök
Meriç Demiray
Meryem Gültabak
Murat Uyurkulak
Nazlı Sunlu Kaçan
Nimet Erdem
Nuriye Bilici
Özcan İnan
Özgür Ağaoğlu
Özlem Elginöz
Özlem Yılmaz
Pelin Taran
Pınar Aksakallı
Pınar Uysal
Samed Aslan
Savaş Şaylan
Seçil Kahveci
Selcan Özgür
Selin Yaltaal
Sema Kaygusuz
Sertaç Sayın
Sevgi Saygı
Suna Tensi Çeken
Sümeyye Kavuncu
Şebnem İşigüzel
Tufan Bora
Tuna Kıygı
Tunus Taşçı
Volkan Sümbül
Yavuz Ekinci
Yekta Torun
Yelda Açıkgöz
Yıldız Aşarboğa
Yıldız Bayazıt
Zehra Çelenk
Zeynep Küçükerciyes
Zeynep Yılmaz
 

(0) (0)
rigoletto 06.07.2020 09:24

Nefes almayı unutabileceğiniz aksiyon filmleri

Temposuyla, adrenalin dolu sahneleriyle sürükleyip götürecek aksiyon filmi arayanlar için 25 öneri...

(0) (0) Sponsorlu
tivitrend 05.07.2020 16:30