Nette gezinirken nostaljitv diye bir adreste içime dokunan çok güzel bir yazıya denk geldim aşağıda aynen bilginize sunmak istiyorum. okuyunca eminim siz de bendeki gibi değişik duygular arasında gidip geleceksiniz.

90’lar çocuğunun pazar günü öyle pek de sıkıcı başlamazdı. Hafta içi okul varken bir türlü uyanmayan çocuk Allah’ın emri olarak pazar sabahı ev ahalisinden saatler önce ayağa dikilir, Star 1’in yayınladığı bilumum çizgi film ile haşır neşir olurdu. Voltron’du, Ninja Kaplumbağalar‘dı, Transformers’tı, Looney Tunes’du derken envai çeşit kanalda izlenebildiği kadar çizgi film izlenirdi büyükler kalkmadan.Yattığımız yerden, hava serinse ve odamızda televizyon bulunacak kadar şanslıysak yatağımızdan çıkmadan yorganın altından biri bitip diğeri başlayan çizgi filmler karşısında yeni televizyon kanallarımıza teslim olurduk saatlerce. Ne de olsa annelerimizden sık sık duyduğumuz “Ayol eskiden bir tane kanal vardı, ne yayınlarsa o izlenirdi” evresini geride bırakmıştık çok şükür.

Saat ilerledikçe ev ahalisi uyanmaya başlardı, zaten televizyondaki programların da türü değişmeye başlardı ufaktan. Mutfaktan kahvaltı hazırlanma, banyodan da yüzünü yıkayan insan sesleri gelmesi, çizgi filmlerimizle baş başa kaldığımız, televizyonun tartışmasız kralı olduğumuz saatlerin bitmesi anlamına gelirdi.

Ne varsa Barış Manço’da vardı…

Artık çay demlenmeye, kahvaltı masası dolmaya başlardı, varsa anneanne, babaanne, kardeş oturma odasına doluşurdu yavaştan, kahvaltı saati gelmiş demekti. Pazar kahvaltılarının televizyondaki en büyük arkadaşı ise Barış Manço ile 7’den 77’ye idi şüphesiz. Akşam daha uzakken, kahvaltı sonrası çaylar içilirken Barış Manço bizlere hangi çocuğun ileride ne olacağını, hangi Afrikalı’nın burnuna ne taktığını anlatır, bizler de ailecek hayran hayran izlerdik.

7’den 77’ye biterken kahvalı faslı da kapanırdı. Millet işine döner, temizlik yapılacaksa yapılırdı ki bu genelde bizim odamıza kapanmamız anlamına gelirdi (“toz almak” lafını duyduğunda irite olmayanımız var mı içimizde?). Misafirliğe gidilmeyecekse kahvaltı sonrası boşlukta ya sokağa çıkılır, belki biraz Barbie’ydi, Atari’ydi, Lego‘ydu oyuncaklara şefkat gösterilir, aile baskısına daha fazla karşı konulamazsa oturulur ödev yapılırdı.

Pazar akşamlarının tek neşesi Bob Amca…

Ardından televizyonda yeni bir kuşak başlardı, anne babalar için biraz daha keyifli olsa da bizler için kaçınılmaz pazar akşamı kasvetinin başlangıcıydı bu. Görevimiz Tehlike veya Kara Şimşek gibi diziler derdimize derman olmazdı, zaten ev ahalisi Pazar 90 (veya yılına göre Pazar 91, 92 vb…) izlemek isterdi. Bu kuşakta bizim için televizyondaki en iyi şey kabarık saçlı ressamımız Bob Ross’un Resim Sevinci adlı programı ve bir çocuğa muazzam gelen resimleriydi. Yarım saatlik bu kış güneşinin ardından pazar sıkıntısı daha güçlü bir şekilde geri dönerdi: akşam yaklaşmıştı, ödevler yapılmamıştı, ertesi gün okul vardı ve daha banyo yapılacaktı…

O lanet pazar akşamı banyosundan kaçış yoktu dostlar. Öğrenilmiş çaresizlik ve şartlı refleks hallerinin tek vücutta birleşmiş muazzam bir örneği olarak pazar banyosu ve Bizimkiler ikilisinden birinin adını duymak afakanlar basması için yeterliydi, biliyorduk ki haftanın en sıkıcı anı gelmişti, biliyorduk ki banyo yapılacak ve bu akşamın sıkıcılığı evde izlenen Bizimkiler ile katmerlenecekti ve yapacak hiçbir şey yoktu, kadere karşı çıkmayı denemek bile yersizdi.

Dünyanın en sıkıcı banyosuna ve her bölümde neredeyse aynı olayların yaşandığı kısır Bizimkiler’e katlanabilen çocuklardan yeterince şanslı olan bazılarını bir ödül beklerdi ebeveynlerinden: Parliament Pazar Gecesi Sineması kuşağı. Genellikle 80’lerin ilk yarısında doğmuş, 90’larda biraz daha geç yatabilen şanslı çocuklar Star TV’nin bu özel kuşağı sayesinde sinema keyfiyle tanışmış, emekleyen televizyonculuk döneminde TV’de gayet güzel filmler izleyebilmişlerdi…

Ancak birçok 90’lar çocuğu için bu jenerik bir “yat borusu” anlamına geliyordu… Bazen bizim için, bazen de annelerimiz için. Bu sesi duyan anne birden çocuğun yatıp yatmadığını kontrol etme ihtiyacı hissediyor, karşılaştığı sonuçtan hoşlanmazsa vahşileşip bizleri yatağa kadar kovalıyordu. Kaderimize direnirsek böyle, direnmezsek daha barışçıl bir şekilde sonlanıyordu pazar günü, biz de ertesi gün küçük beyinlerimizde minimal pazartesi sendromları yaşayacak olmamıza rağmen haftanın belki de en az sevilen gününden kurtulmuş oluyorduk…

(bkz:link)

(0) (0)
felistigris 21.01.2020 17:18

hey gidi günler hey... ne kadar da güzeldi...
(0) (0)
emrkls 03.10.2021 21:25

Rumuz:
veya
Üyeliğin ile yazmak için giriş yap veya kayıt ol